14 Ekim 2014 Salı

Takıntılı mıyım? Yok yea!

Düşündüm de takıntılı mıyım ben acaba?
Değilim gibi sanki ama öyleyim gibi de bilemedim:)
 Neyse ben bi anlatayım da ona göre siz koyun teşhisi. :)

Kimi buna batıl inanç diyo, kimi alışkanlık, hastalık, saplantı, anneden kalan bişi, kimi takıntı diyor. Oluyor yani. Olmasa saçma olur çünkü. Neyse benim de var. Bazen çok uç noktada olabiliyor ama var yani bazı hassasiyetlerim.
 Napayım beni ben yapan şeyler aslında belki de bunlar:)

Hmm uyum ve düzen konusunda takıntılıyım. Çok derli toplu bir insan değilim ama düzene dikkat ederim. Her şey olması gerektiği yerde olsun isterim. Ortalıkta kıyafet, eşya vesaire olursa yada gardırobun sürgülü kapağı tam kapanmamışsa uyuyamam. İlla kapanacak o kapak.

Çantamı yere koyamam, koyana mani olurum, koydurmam, dayanamam. Neden bilmiyorum ama sokakta, arabada, evde nerede olursa olsun o çanta yere değmeyecek arkadaşım. Değdiği anda içi boşaltılır, iki kez makinede yıkanır, düzgünce kurutulur, mümkünse ütülenir, ancak öyle kullanılır. Aksi takdirde gözden çıkarılır. Bereketi kaçıyor bir kere. Bir de pis o yerler ya! Kimbilir kimler ne ayaklarla basıyor. Iyyy!

Mesela yere konmuş plaj çantası, piknik sepeti, alışveriş çantası hatta hiç yere konmamış olsa bile market poşetlerini de asla ve asla koltukların, sandalyelerin, masaların üstüne koydurmam. Anca girişte, holde durabilirler. Takıntılıyım işte, koymayın kardeşim ya!
Kokular konusunda aşırı hassasım. Hele o ter kokusu. Tütün ve kir kokusunu, yemek kokularını saymıyorum bile... Deniz kıyısında, sıcak bir tatil kasabasında büyümüş oluşumdan ötürü o ter kokularına maalesef çok denk geldim. Mevsim, yazları sıcak ve kurak, hatta öldürücü derecede sıcak oluyordu. Bu sebeple terlemeler de çok oluyor. Gerçi şu an da tatil kasabasında yaşamıyorum ama aratmıyor maşallah buranın kokuları, orayı! Ben günde 2 kez bluz veya elbise değiştiriyorum, klima olsa bile.. Titizim biraz. Napayım.

 Ama bu sıcakta dışarıda çalışanlara, kliması, vantilatörü olmayanlara, yolda 5 dakika bile yürümesi gerekenlere Allah yardım etsin. Etsin de bir de koltuk altı roll-on u versin ya! İnsan kendi kokusunu almaz mı? Hadi aldın diyelim. Rool-on un, kolonyan falan da yok.. Gir bir lavaboya, biraz peçeteye sabun sür, siliver biraz.. Ama öyle dolaşma!  Hele ki o kolunla asla ve asla 90 derecelik açı yapma. Kaldırma, indirme o kollarını lütfen. Rica ediyorum, lütfen. Dolmuşa, metrobüse binmek ölüm gibi yazın, cidden dayanamıyorum :(

 Aşağılamıyorum asla kimseyi, belki parası yoktur, belki suları kesiktir vesaire vesaire ama olmuyor ya. Dayanamıyorum o ter kokusuna. Hele o tütün, izmarit, kültablası gibi kokan, sakallarını yıllardır yıkamamış, aralarında yemek artıkları kalmış, koltuk altları rengarenk olmuş, ileşş gibi kokan amcalar var ya yolda, yanımdan geçmeyin lütfen. 
Tshirtünüzü, gömleğinizi değiştirmeyi bile bilmiyor musunuz ya? Marifet mi o halde sokaklarda gezmek? Burnunuz mu tıkalı, gözünüz mü kör o lekeleri görmüyorsunuz? Farkında da değilsiniz nasıl bir halde olduğunuzun, gevrek gevrek gülerek utanmadan bi de karı kız kesiyosunuz. Ayıp yaaa. 
Ama sorulduğunda "elhamdüllillah" diyorsunuz. Ee hani dinimizin temizliğe verdiği önem? Hani abdest? 5 vakit?  En olmadı temizlik imanın yarısıdır falan?

Bir de saçıma sinen kokular.. Yemek, şehir, mekan kokularını geçtim de saçıma sigara kokusu sinmişse hiçbir parfüm paklamaz beni. O kokuyla yatamam, yaşayamam illa yıkanmam gerekir. Hele sigarayı bıraktıktan sonra sigara kokusundan tiksinmem de çoğaldı. Patronum sigara içtikten sonra benim masamda telefonda konuştu diye başta ahize olmak üzere her yeri sildim, kolonyaladım. Ter ve tütün kokusuna dayanamıyorum. Tahammülsüzüm. Ya benim hamileliğim hiç çekilmez bak düşündüm deee.. Ooof!

Yemek kokusuna gelince. Hani o apartmanlar havalanmaz bi türlü, günlerce soğanlı yağlı yemek kokar ya.. Hadi koksun. Kokacaksa soğanlı yemek koksun ama balık, ızgara falan kokmasın ne olur. Yapmayın şunu apartmanda yaa.. Lütfen fırında yapın, bakın kokusuz ızgara alın demiyorum, fırında alüminyum folyo kullanın bari, ne olur!.

Evde lahana, karnıbahar pişirtmem, pişirilirse uzuuuuun bir süre eve giremem. Allah'ın gücüne gitmesin ama çağrıştırdıklarına dayanamıyorum anca kokusu geçince yiyebiliyorum ya da ızgarasını. Balık zaten evde pişiremem.

Doktorun biri bi gün demişti 'sen de köpek burnu var diye' Az nefes alabiliyormuşum burnumdan ama kokuları en keskin haliyle hissedebiliyormuşum. Çok çekiyorum şu koku konusunda..

Yastık kılıflarımı en fazla haftada bir değişirmem gerek, el ve yüz havlum ve saç havlumu da. Başkasının kullandığı havluya, beze, süngere dokunamam. Hele yatağımı, yastığımı kimselere vermem. Başkası yattıysa ben yatamam. Başkasının kullandığı çatala bıçağa temas edemem. Aynı bardaktan içemem. Annem bile olsa. Bir tek kocacımla aynı bardaktan, pipetten içebiliyorum, bir tek ondan tiksinmiyorum, tiksinmedim hayatım boyunca. Diş fırçalarımız hariç her şeyi kullanabilirim onunla.  Maşallah! Allah nazardan saklasın bizi! :)

Bir de sarı bez ve mutfak süngeri takıntım var..
Şu an kendi evimde yaşıyorum ama eskiden üniversitede evde kalırken tek başıma da olsam, arkadaşımla da kalsam, mutfağa dokundurmazdım. Her gün silerdim o tezgahı sarı cifle. İlla pırıl olacak.Üstü kirlenmemiş bile olsa ne malum gece böcek gezmediği, sinek konmadığı? Hı?

Ocağı sildiğim bez ayrı, fayansı / tezgahı sildiğim bez ayrı, bulaşık yıkadığım bez ayrı olacak. Masa sildiğim sarı bez de ayrı. Kurulama yaptığım bezi başka şeye dokundurtmam. Belki kulağa çok geliyor ama düzeni bildikten sonra hem içim rahat oluyor hem daha temiz olduğu kanısındayım. Öbür türlüsü mümkün değil.

Annemin evinde süngerlerine kolay kolay dokunamıyorum. Alt tarafı sünger değil mi? Hayır değil işte. Annem de olsa o kullandı. Ona da bulaştırdım her işin bezi ayrı politikasını, o da özen gösteriyor ama yok dokunamıyorum onun kullandığına. Hastayım, evet.
Dedim ya üniversitede de dokundurtmazdım mutfağıma. Temizlikçi gelip pür-i pak yapmıştı mutfağımı ama ardından da ben silmiştim. Şişe şişe Ace, Domestos, Cif harcarım, içim acımaz bol kullanıyorum diye. Deterjana, temizlik malzemesine verilen paraya acımam yani. Evet takıntılıyım bu konuda.

Hele bir de o mutfak bezleriyle başka şeyleri silip sonra bir de geri tezgaha, yerine koyanlar var. ona tahammül edemiyorum işte. Mutfak bezi kardeşim o, hadi ocağa,masaya, tezgaha ayrı bez kullanma ama bari mutfaktan başka yere de kullanma o bezi. Offff...
Neyse...
Kısaca o mutfak, fayans, tezgah hep pırıl olacak, cif kokacak. Aynı şey tuvalet için de geçerli. Her daim temiz, mis gibi olacak.

Bir de mutfak önlüğü ve saç sorunu vardır ki mutfakta bir şey yapacaksam, bandanam yoksa bile saçlarımı sıkı sıkı tuttururum. Annemin saçları çok döküldüğü için bu bizde de saplantı haline geldi. İçinde kıl, tüy olan bir şey aynen dökülür yada o kısmı alınıp sokak hayvanlarına verilir. Tahammül edemem. Hele bir restoranda rastlarsam sorun çıkarırım ya da nazikçe iade ederim. Adamın el kıllarının benim köftemde işi ne? Eldiven icat edildi sonuçta di mi!

Yerleri sildiysem bastırmam, kuruyana dek kimseyi oradan geçirtmem, tozu, uçuşan şeyleri hiç sevmem, varsa rahat edemem. Ellerimi kremledikten sonra kolay kolay hiçbir şeyi yağlı yağlı ellemem. 

Hele heleee aynama ve bilgisayar ekranıma dokunulmasından, parmak izi ve leke bırakılmasında hiiiiiiiiiiiiiiiiiç haz etmem. Çok fena çemkiririm.

Dışarıda tuvalete giremem. Girmek zorundaysam oturamam. Artistik jimnastik hareketleri ile tuvaletin hiçbir noktasına çıplak elle değmeden ve vücudumun hiçbir yerini değdirmeden işimi halletmeye çalışırım. Sifonu kendi mendillerimle çeker, kapıyı falan hep onlarla açarım. Mümkünse dışarıdaki wc lerden peçete, mendil bile kullanmam. 
Hele o otogarlarda, şehirler arası mola yerlerinde kabusumdur o tuvaletler. Musluğa bile çıplak elle dokunamam.  Defalarca tuvaletimi tutmaktan hasta oldum, ama akıllanmam da. Mikroptan hasta olmaktansa sistit olurum daha iyi!

Kıyafet konusunda; kolay kolay çiçekli,desenli, kareli, şekilli, baskılı şeyler giyemem. Çok nadirdir karışık renkli veya desenli şeyler giydiğim. Desen bile olsa kendi kıyafetinde renginde olmasını tercih ederim. Onun haricinde illa uyumlu olacak giydiklerim. Saatlerce seçemem, tam uyumu kafamda yakalayamazsam giyemem. Giyersem rahat edemem, hemen eve dönmek isterim. Sanırım biraz da meslek hastalığından kaynaklı bu durum ama ojelerimin bile bir şekilde kıyafete uymasına özen gösteririm. Kırmızı oje sürmüşsem pembe renk giysi giymem mesela.

Bir kere giydiğim çorap ve çamaşır illa ki aynı gün kirliye gider, cidden çok mecbur değilsem asla giyemem bir daha. Etekler, pantolonlar için o kadar acımasız değilim ama bluzlarda ufacık bir koku varsa bile aynen çamaşır sepetini boylar. Çamaşırları iyice silkelemeden asmam, gömlek, bluz, ceket tarzı giysileri illaki askılarla asarım, mandallamam. Hem düzgün kurumuş oluyor hem de ütülerken can çekişmiyorlar. Ya da ben çekişmiyorum :) Yazın zaten çok zor yapılıyo o ütü. Oyyy.. 
Her şeyi, örtüleri, havluları düzelte düzelte asarım.  İç çamaşırlarımı balkona asmam gerekiyorsa asla çamaşır teline değil, ayrı bir yere, balkonun en alt köşesine, görünmeyecek uçmayacak yere asarım. 
Ütü yaparken yastık kılıflarını, çarşafları hep zemin olarak kullanırım. Böylece onlar da ütülenir, Sonra yımışacık olurlar, uyurken güzel kumaş hissedilir. Ütünün içine çeşme suyu koymayı tercih etmem. Muhakkak kaynamış su olacak, en azından kaynamaya yakın. Hem daha rahat ütüleniyor hem de daha temiz oluyor.

Bir şeyi tam yapıp yapmadığım konusunda takıntılıyım. İlla dönüp kontrol edeceğim. Aynı anda pek çok şeyi birden yapmak zorunda kaldığım ve biraz balık hafızalı olduğum için unutma ihtimalini ortadan kaldırmaya çalışırım. 
Kapıyı kilitleyip kilitmediğimi neredeyse her gün defalarca kontrol ederim. Geri döner bakarım, bakamazsam gidemem, gittiysem dönerim. İlla kontrol ederim ancak öyle evden uzaklaşırım. Ocak, kettle, çay makinesi kullandıysak, kapattığımı bilsem bile hiç üşenmem onca merdiveni tekrar çıkar içimde gram şüphe kalmasın diye bir daha bakarım. Yalnız yanımda koca varsa bunların kontrolünü ona bırakırım. Ona kendimden daha çok güvenirim. Ama yine de çaktırmadan bir kez daha üstünden geçerim:) 

Böcek ve hırsız korkum var. Pencere açık uyuyamam, aralık bile bırakamam. Ya böcek girer ha hırsız. Kapı kilitli değilse de uyuyamam. Evde tek başıma bile olsam o kapı kilitli olacak. Çünkü olur da hırsız girerse ya odaya giremeyecek ya da odadan çıkamayacak. Orada kalacak. Ağzım açık uyumaktan çok korkarım, sanki ben uyurken memleketin tüm böcekleri yatağımın altındaymış gibi gelir. ilk fırsatta ağzıma doluşacaklarmış gibi tırsağım. Tedirginim.O yüzden altını görmediğim yatakta uyumak o gece benim için her tür kabusa davet çıkarmak demek:)

Ha bir de yatakla ve örtülerle sorunum var ki ayaklarımı koyduğum yere yüzümü süremem, başımın değdiği yere, yastığa oturmam. Oturanı doğduğuna pişman ederim. Yatak örtüsünü hep aynı yönde sererim, karışırsa tüm nevresimi baştan değiştiririm. Üstünde herhangi bir koku varsa zaten uyuyamam :))

Ay bir şey diyeceğim. Galiba daha çok var ama ben yazmaktan yoruldum. Buraya kadar sabredip de okuduysanız plaket neyim hak ediyorsunuz hakikaten helal olsun! Ben kendimden sıkıldım yazarken, siz okurken sıkıldınız mı?

Napayım ama ben de böyleyim :) Böyle mutluyum :) Daha fazla yazmaya utandım yeminle. Hadi derse döneyim ben.:))
Öptüm.
Sevgilerle! :)

1 yorum:

  1. Evet bir parça takıntı var sanki;))) ama siz öyel bir bahsetmişsiniz ki iş çıkışı evimi pür-u pak yapasım geldi, bu bir başlayınca bir süre devam eder ama sizinki kadar uzun sürmez benim ki;) yine kısa zamanda her yer birbirine girebilir;))). Sonra yine sil baştan, bir dönem dikkat ve yine serbest bırakma var;))).

    YanıtlaSil